Ömer Madra: Memlekete hoş geldin. Amerika ve batı dünyasının diğer kesimlerinin yerine önce Türkiye’deki izlenimlerini alalım. Dün özellikle hararetli bir tartışma oldu ekonomide, eşgüdüm konusunda. Ekonomiden sorumlu devlet bakanı Kemal Derviş ile BDDK üyelerinden Kemal Çevik arasında da bir tartışma olmuş ama tartışmanın özünü anlamakta kolaylık olabilir bize açıklarsan. İktisat politikasına ilişkin midir?
Hasan Ersel: Ben öyle yorumlanması gerektiğini düşünüyorum. Yoksa bir yetkili biraz amacını aşan bir konuşma yapmış, bakan siyasi iktidarını pekiştirmek istiyor gibi yorumlar yapılabilir, ama başka bir sorun var bence. Onun için ekonomideki bazı olaylara bakalım ve buraya bağlayalım. Son birkaç aya bakıyoruz, gördüğümüz TL dolar karşısında değerleniyor. Bu olay, bir yandan enflasyonun aşağı çekilmesine yol açıyor, bu bakımdan olumlu sinyal veriyor. Ama öbür yandan da üretimi olumsuz etkiliyor, mesela ihracatı teşvik eden bir bir fiyat yapısı yok. Dolayısı ile Türkiye’nin ya da hükümetin hedeflerinden birisi için olumlu birisi için olumsuz (enflasyon için olumlu, büyüme için de olumsuz) sinyal veriyor. Bakanın konuşmasında yer almayan bir konu daha var… İçinde bulunduğumuz dönemde hala kurlardaki hareketler ortamı belirsiz kılıyor. Hiç olmazsa ben bu kanıdatyım. Hatta son bir ay içerisinde belirsizlikte hafif bir artış da gözledik. Bütün bunlardan bir noktaya gelinmek mümkün, işler tam yerine oturmuşa benzemiyor. Bakan dünkü konuşmasının bir yerinde, “kur bir zaman, TL’nın aşırı değer kayetmişti, şimdi fazla değerlendi, yolunu yakında bulacak” dedi. Bu bir umut, çünkü esnek kur sistemi içerisinde, tanım gereği, bunu oraya oturtacak herhangi bir mekanizma yok. Dolayısı ile kurun kendi kendine oraya oturmayacağı açık.
ÖM: Böyle bir rakkas hareketi gibi, daha doğrusu garip bir şekilde bozulan bir pandüllü saatin ancak ortada bir noktada durması söz konusu.
HE: Doğru. Ekonomi işlemezse kur bir yerde durur. Ama o da istenen bir şey değil. Kur da kendi kendine oynamıyor tabii. Onu da etkileyen bir yığın iktisadi olay var. Bunların bir bütün içinde alınıp, iktisat politikalarını o bütünün gözlenerek, uyumlu bir şekilde götürülmesi lazım. O yüzden de bu işin, bu anlamda bir tek elde toplanması gerekiyor. Bütün herşeyi kontrol edip, çelişkili olmayan kararlar almak, zamanlama uyumunu sağlamak, ekonomiden, siyasetten ve dış dünyadan gelen sinyalleri özümseyip karar vermek. Bu ise, iktisat politikasının ya tek elden yönetilmesini ya da çok güçlü bir eşgüdümü gündeme getiriyor. Benzer ülkelerde başarılı olanlarda da hep böyle olmuş. Zaten bunun için örnek göstermeye lüzum yok, mantık da bunu gerektiriyor. Sayın bakan diyor ki “bizde parçalı bir yapı var, ekonomik kararlar, 7 bakanlığa dağılmış" Bu olabilir ama Sayın Bakan ekliyor: onların arasındaki eşgüdümden de memnun değil… Maliye Bakanlığı dışındaki bakanlıklarla eşgüdümün sağlanamadığından yakınıyor dünkü konuşmasında. Buradaki nokta bence basit siyasi bir sorun değil, burada ciddi bir olay var. Çünkü Türkiye halen çok bıçak sırtında giden, sıkıntılı bir noktada. Şu anda bir facia filan yok, o anlamda söylemiyorum ama, işler kötü de gidebilir, iyi de gidebilir. Burada çok dikkat edilmesi gerekiyor, ince hesaplar yapılması gerekiyor ve bunların uyumunun sağlanması gerekiyor. Durum bence bu.
ÖM: Şöyle özetleyebilir miyiz? Burada sert bir dil kullanılmasına rağmen, bu bir polemik ya da retorik ötesinde iktisat politikasının gidişat yönü ile ilgili daha derinlemesine bir tartışmayı içine alıyor.
HE: Evet, dolayısı ile olayı BDDK’nin bir sayın üyesine cevap diye alırsak çok dar olur ve esas sorun gözden kaçar gibi geliyor. Esas mesele, bundan sonra iktisat politikasının çok daha dikkatli yürütülebilmesi, ince ayar yapılabilmesi için gerekli eşgüdümün nasıl sağlanacağıdır. Bu sağlanamadığı zaman hakikaten hata olabilir, hatayı önceden kestirmek mümkün değil ama olabilir.
ÖM: İnce ayarın mükemmelen yapılabilme olasılığı konusunda bir şey söyleyemeyiz henüz.
HE: Çok ciddi bir sorun var, geçen hafta da iletmiştim, Türkiye’nin iç borç dinamiğinin sürdürülebilir olup olmadığı halen, bu konularla uğraşan herkesin zihninde bir soru işareti olarak duruyor. Piyasalar "biz bunu hallettik" havasında ama bu kısa vadeye bakınca bu böyle. Biraz daha uzun vadeye, örneğin gelecek yıla bakınca bu sorunun ciddiyetini koruduğunu görüyoruz. Burada çok açık olan bir nokta halen reel faizler çok yüksek olması. Bu reel faizlerle kamu dengesini sağlıklı bir yere oturtmak zor, dolayısı ile reel faizlerin aşağı düşmesi lazım. Reel faiz niye yüksek olur? İnsanlar kendilerini belirsiz bir ortamda hissettiklerinde paralarını emanet etmek için bir risk primi isterler, ondan olur. Niye Amerika’da reel faiz düşüktür de, Türkiye’de yüksektir? Aradaki fark esas itibarı ile budur. Bu noktaya gelebilmek için insanların algıladığı bu belirsizliği gidermek gerekiyor. Bunun için de tüm sinyallerin, sadce iktisadi olanların değil, siyasal olanların da, bu yönde olması gerekiyor. Bu, demokratik bir toplumda emir ve komuta zinciri içinde sağlanamaz tabiatıyla. Ama, bir miktar ciddiyetle sağlanabilir…Bu hiçbir şekilde bağımsız idari kuruluşların olmasını gündemden kaldırmaz, bunların görevi vardır, o görevin sınırları içinde olmak kaydıyla, onlar bildiklerini yapmaları ve söylemeleri gerekir. Merkez Bankası para politikasını yürütür, gerekli açıklamaları yapar ama güvenlik politikasını yürütmez, değil mi?
ÖM: Bunu enine boyuna, daha etraflı bir şekilde de konuşma gereği yavaş yavaş ortaya çıkıyor.
HE: Bence önümüzdeki dönemin en önemli sorunu olarak bu ortaya gelecektir. Çünkü Türkiye önümüzdeki dönemde iktisat politikasında bu eşgüdümü sağlayıp, ince ayarları doğru yapamadığı takdirde tekrardan riskli duruma dönecektir. Bu ciddi bir sorundur, çözümü de kolay değildir. “Şunu yaparsak çözeriz” diye bir reçete yazmak mümkün değil. “Bir bütün içinde şunu, şunu yapıp, şunları da yapmamamız gerekir” dememiz lazım.
ÖM: Belki bunu ay sonuna doğru daha etraflı bir şekilde ele alacak bir uzun yaparız diyelim. Bunu burada keselim istersen ve hazır ayağının tozu ile gelmişken, geçen haftaki programda Amerika’dan söylediğin, ABD’nde büyümenin tekrar rayına oturduğu şeklindeki durum nedir? Bir daha bakalım.
HE: Amerika’da enteresan olaylar oluyor, mesela bu yılın ilk çeyreğinde Amerikan ekonomisinin büyüme hızı %5.8
ÖM: Bu muazzam bir şey, dünyanın en büyük ekonomisinden bahsediyoruz.
HE: Evet öyle. Kişisel tüketim %3.5 artmış, gayet güzel gelişmeler var. Fakat, bir nokta daha var, örneğin borsaya bakıyorsunuz, New York borsasının fiyat enedksi aşağıya doğru gidiyor. Bu borsa bizim gibi ülkelerde olduğu gibi sığ bir borsa değil, derinliği olan ve ekonomideki sinyallere duyarlı bir borsa…Örneğin, geçen hafta Cuma günü 11 Eylül’den bu yana en büyük düşüşü yaşadı bu borsa. Peki neden böyle oluyor? Burada görülen en önemli noktalardan bir tanesi dünya konjonktürü. Ortadoğuda olup bitenler insanları tedirgin ediyor. Petrol fiyatlarındaki artış kaygı uyandırıyor. Amerika’daki tüketici güven endeksi Nisan ayında Mart ayına oranla düştü.
ÖM: Bu da çok önemli endekslerden biri değil mi? Amerikan ekonomisinin en temel göstergelerinden biri.
HE: Evet bu endeks de düştü, Martta 110.7 idi Nisan ayında 108.8’e düştü. Düşüş beklenenden, yani Amerika’daki araştırmacıların bekleyişinden az oldu, ama düşüş oldu. Bütün bunu yaratan nokta, Amerikan ekonomisindeki, geçmiş ilk çeyrekteki performansı devam ettirecek kârlılık artışı, şirket kârlılığı görülmüyor. O yüzden de durum şimdi iyi görünüyor ama acaba kötüye gider mi diye bir kaygı var. Bu kaygı tüketicilerin bekleyişlerine yansıyor. Yalnız tüketicilerin bekleyişleri ile yaptıkları arasında hafif bir fark var, çünkü talep çok canlı olmamakla beraber biraz var, o kadar da kötü değil durum. Ciddi bir araştırma kurumu olan Pensilvanya üniversitesinin bir ekonometrik model çalışması var ki, bir Türk öğretim üyesi de orada çalışıyor. Süleyman Özmucur… Onlar büyüme hızını ikinci 3 ay için yüzde 2 öngörmüşlermiş önce, şimdi yüzde 1.4’e düşürmüşler. Amerikan büyüyecek ama galiba beklenenden az büyüyecek. Bunun pratikteki anlamı ne? Dünya üzerindeki Amerikan ekonomisinin büyümesinden gelebilecek canlandırma etkisi daha düşük kalacak. Bu durumda Amerika’da, doların değerini düşürün diye bir tartışma çıktı, bu sabah televizyonlarda biraz yer alıyordu, Amerikan hükümeti “yok böyle bir şeyi yapamayız, onun yaratacağı problem çok daha fazladır, yani doların değeri ile oynamaya kalkışacak bir harekette bulunamayız” diyorlar. “İhracatı bu yolla arttırmanın fazla bir etkisi, anlamı yok, Amerikan ekonomisi güçlü olduğu için dolar güçlü, bu durumda ihracat yapmak isteyen verimliliğini arttırsın” demeye getiriyor
ÖM: Son bir ufak sorum var, Enron, arkasında belki o kadar büyük değil ama Arthur Anderson, geçen haftaki haberlerden bir tanesinde AOL Warner’ın büyük bir zarar, astronomik denebilecek bir zarar göstermesi, böyle şirketlerde zarar durumlarının ortaya çıkması da ekonomik durumu nasıl etkileyebiliyor?
HE: En basitinden güveni sarstı. Yani kâr beyan eden bir firmaya eskisi kadar kolaylıkla inanılmıyor. Enron olayı sonrasında Amerika’da, bizde yaşanan bir sorun, birdenbire gündeme geldi. Bir firma “benim durumum iyidir” dediğinde, “yok canım, gerçekten öyle mi?” sorusu eskiden düşünülmezdi. Dış denetim kuruluşları, değerlendirme şirketleri de "iyidir" diyorlarsa şirketin durumunun iyi olduğu kabul edilirdi. Ama Enron olayı bu konuda bir kuşku doğmasına yol açtı. Onun için firmaların kendilerini kanıtlamaları gerekiyor. Bu da ister istemez bu tür firmaların bazı faaliyetlerini kısmalarına yol açıyor. İkincisi, zarar eden firmalar da var. Onlar da bazı faaliyetlerini hiç olmazsa bir süre için erteliyorlar. Tabii bu da yatırımların, bazı üretim kararlarının ertelenmesi demek… Bu da ekonominin büyüme hızını olumsuz etkiliyor. O olayın temizliğe kavuşması, hiç olmazsa bundan sonra tekrarlanmaması için alınması gereken önlemlerin bir an evvel gündeme gelmesi bu noktada çok önemli.
ÖM: Enteresan.